Önderimiz; Atatürk'ün İzmir iktisat kongresindeki öngörüleri, savaş halinde bile eğitim ile ilgili talimatları, 15 yılda yaptığı sayısız devrimler, halk o kadar güç durumdayken ekmek, aş derdi sürecinde gelecek, kurtuluş mücadelesi verirken yazdığı kitaplar, çalışma arkadaşları ile istişare anlayışı, yönetişim, okuma yazma bilmeyen yığınlar bütün bunlara karşın, okumanın ve aydınlanmanın erdemini bilerek o zor günlerde bile kitaplığın da bulunan üç binden fazla kitaplık. Dökülen kanlar, şehitlerimiz, atalarımızın düşmana karşı verdiği direnç, kuvayi milliye ruhunun yansımaları. Bu anlamda ereğimiz muasır medeniyet değil mi dostlar? Atatürk'ümüz ve tarihimiz bize şunu gösteriyor ki; 200 yıldır yani nizamı ceditten bu yana bu ideolojinin mücadelesini veriyoruz. O zaman soru şu: Yıl 2023 Cumhuriyetin kuruluşunun 100. Yıldönümü neden yaşadığımız meseleyi, sorunsalı, yaparken. Pek çok şeyi yüzümüze gözümüze bulaştırıyoruz? Neden devleti tanımasına bilmesine rağmen 1950'den bu yana her şey A'dan Z'ye bozuk diyen yönetim erki ile karşı karşıyayız. Elbette on yıllar içerisinde yapılan güzel şeyler de var ama bizleri yönetenler neden insanı merkeze alan bir doktrin ile geleceğimizi sağlık, eğitim, adalet, ekonomi ile adil gelir dağılımı, teknoloji, kuvvetler ayrılığı, kısaca gerçek manada kendi insanı için moderniteyi planlamamışlar? Neden bizler hala mutlu azınlık ayrıcalık, yandaş konusunu konuşup duruyoruz. Siyasi tarihimize bakalım :1940'lı yılların sonlarına doğru Nihat Erim Türkiye'yi küçük Amerika yapacağız diye konuşmuş CHP kurultayında. Bir sebep bu olabilir mi? Ya da 1957 yılında devrin Cumhurbaşkanı Celal Bayar Türkiye'yi küçük Amerika yapacağız, her mahallede bir milyoner yaratacağız demiş başka bir sebepte bu olabilir mi dostlar? 45 yıl Türk siyasetinde boy gösteren rahmetli Demirel popülizm yapıp kim ne veriyorsa 5 TL fazlasını vereceğim demesi, ya da ekonomi profesörü Tansu Çiller'in seçim zamanında vadettiği araba ve ev diye sunduğu iki anahtar seçim propagandası yani demagojinin etkisi olabilir mi? Yoksa Turgut Özal'ın Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz, benim memurum işini bilir, ben seçimden önce zam yapacak kadar enayi miyim demesi olabilir mi acaba? Dostlar; yıl 2023 bu nadide güzel ülkede hala 7 milyon insan okuma yazma bilmiyor, hala 45 milyon insan eline gazete bile almıyor, güzel ülkemde bir birey yılda 6 kitap bile okumuyor, Almanya da yılda 20 bin patent üretilirken biz yılda 2 bin patent üretebiliyoruz. Dünya'da en çok televizyon izleyen, cep telefonunda konuşan 2.ülkeyiz. Ondan sonra deprem kuşağında İstanbul depreminde, Adana depreminde halimiz nice olacak, binalar depreme dirençli mi diye sabah akşam kendimize soruyoruz.?! Sonra büyük laflar ediyoruz ve diyoruz ki deprem değil, binalar öldürür, sel afetlerinde yaşananlar ortada seçime az bir süre kala tartışılan cumhurbaşkanlığı hükumet sistemi, zamanında parlamento tarafından aylarca seçilemeyen! Cumhurbaşkanı, o partiden bu partiye atlayan Kubilaylar, kadın cinayetleri, narenciye merkezi Mersin'de neden bir limonata fabrikası yok tartışıp duruyoruz. Tekrar hatırlatırım yıl 2023 dünya aya giderken biz 200 yıldır moderniteyi sadece konuşup duruyoruz. Yani dostlar demem o ki zamanında yaraya neşter vurulmuş ama sonra kadavraya dönüşen sorun sadece yap boz şekline günlük popülizm yapılarak kullanılan işlemi geçiştirme biçimselliğinde bugünlere kadar böyle uygulanmış. Oysa Atamız eğitimde Finlandiya örneğini beyaz zambaklar ülkesi kitabından esinlenerek betimlemiş, 1945 yılında perişan olan Japonya şimdilerde G7 ülkesi olarak orada örnek almamız için ilham verecek şekilde duruyor. Kosta Rika dedim geçen yazımda, dünyanın en mutlu ülkesi nasıl o aramaya gelmiş sebeplerini araştıralım yeter. Yine önümüzde onun gibi yani mutlu olmayı hak eden bir halk olarak pek çok örnek orada duruyor. Almanya biraz önce patent sayısını yazdım,1990'lı yıllarda Doğu Almanya ile birleşmesine karşın şimdilerde 57 İslam ülkesinin GSMH eşit milli gelire sahip. Bakınız dostlar; yine acılarla sarsıldık, yine üzüldük sel afetinde yine canlarımızı yitirdik. Eh dere yatağına bina yaparsak, doğa ile kavga edersek ne olacaktı? Yani artık bütün bu sorunları çözmek için muasır medeniyete erişmiş Japonya, Almanya, Finlandiya, Kosta Rika gibi ülkeleri örnek alıp önümüze geleceğe bakmalıyız. Hepimiz çok yorulduk, inanın üzüntüden ne yapacağımızı şaşırdık. Oysa cennet ülkemiz, vatanımız, açıkçası bu kadar felaketi hak etmiyor. Yapılması gereken şey çok basit Japonya'yı deprem felaketi yaşamamak, tüketen toplum değil de teknolojiyi özümseyen ve çalışkan bir ülke olmak için örnek almak, Çin üretim modelini insan kaynakları, ihracat anlamında yine örnek almak, Almanya'nın yılda 20 bin patent sayısına nasıl eriştiğine bakmak ve irdeleyerek hedefe ulaşmak; Ve; en önemlisi ünlü filozof Maslow 'un 1940'lı yıllarda tespit ettiği ve doktrin olarak yeryüzüne sunduğu, topluma, insana yönelik 5 ana kategoriye ayırdığı ihtiyaçlar hiyerarşisini evvel emirde ülkemizde uygulamak için atılım yapmak mutlu olmanın birincil kuralı olarak bilmek durumumdayız. Şimdi bir bakalım; 60 gün sonra seçime giderken siyasiler, adaylar yine bir sürü şey söyleyecek, cek cak diyecekler. Bizler; bunların içinden popülizm olanları mutlaka ayırt etmek durumundayız. Ve eğer son kertede eğitimde ve insanımızda zihniyet değişimi yapmaz, yapacak uygulama ve metotlarla yolumuza devam etmezsek, yaşadığımız sorunları sümen altı yapmaya devam edersek yine hiçbir şey yarınlarda değişmeyecek, yine balık hafızası deyip kendimizi kandırmaya ah vah etmeye devam edip öyle durduğumuz yerde yine duracağız, tarikatlar, feodal yapı deyip sorunları konuşmaya yani havanda su dövmeye devam edeceğiz. Sahi dostlar; biz çocuklarımız ve torunlarımız için Kosta Rika, Japonya, Almanya, Çin, Finlandiya gibi olmak istiyor muyuz?