Bir organ, bir bedenden diğerine geçtiğinde sadece bir hayat değil, bir umut da yeniden doğar.

Kasım ayının ilk haftası… Takvimde sıradan bir tarih aralığı gibi durabilir. Oysa bu hafta, yaşamla ölüm arasındaki en ince çizginin konuşulduğu, sessiz ama en anlamlı farkındalık haftasıdır: Organ Bağışı ve Nakil Haftası.

Her yıl aynı çağrılar yapılır; afişler asılır, sosyal medyada etiketler dolaşır. Ama iş, o formu doldurup “ben organlarımı bağışlıyorum” demeye geldiğinde çoğumuz bir adım geride kalırız. Neden? Ölümden korktuğumuz için mi, yoksa geride kalacakların ne düşüneceğini bilemediğimiz için mi?

Bir kalp naklini düşünün… Birinin kalbi, başka birinin göğsünde yeniden atmaya başlıyor. Bu cümlenin içinde, insan olmanın en yüce hali saklı. Bir başkasına nefes olabilmek. Tıbbın başarısından çok, vicdanın zaferi aslında bu.

Geçen yıl Mersin’de genç bir öğretmenin organları yedi kişiye hayat verdi. O öğretmenin öğrencileri şimdi “Hocamız hala aramızda” diyor. Düşünsenize, ölüm bile insanın iyiliğini susturamıyor.

Organ bağışı, “öldükten sonra ne olacağım” değil; “öldükten sonra kimleri yaşatacağım” sorusunun cevabıdır.

Kısacası, hepimiz bir gün yok olacağız. Ama belki bir parçamız, başka bir bedende yeniden hayat bulacak. Ve o zaman, yaşam gerçekten devam edecek.