DEPREM GERÇEĞİ HEPİMİZE BİR ŞEY ÖĞRETİYOR, ÖĞRETMELİ

Son günlerde 6.4 ve üç dakika sonra 5.8 büyüklüğünde artçı depremler ile birlikte hayata, yarına dair yaşadığımız zor bir süreç.

Romanlara, öykülere, şiirlere konu olacak ama radikal çözümler bulmak adına unutmamak durumunda olduğumuz deprem gerçeği ile günlerdir uyuyor, uyanıyoruz.

20 gündür TV'lerde, gazetelerde gördüklerimizden hareketle bir kez daha anladık ki bu işin şakası yok.

Zira özellikle bölgemizde yaşanan deprem bizi derinden etkiledi.

Elbette; 1999 Marmara depremi, Düzce, Elazığ, Van bunların travmalarını ülke olarak yaşadık, o süreçlerde de Kocaeli gibi şehirlerden kentimize gelen, insanların olduğu göç olgusu vardı.

Ama şimdi kentimiz ve bölge adına her şey çok farklı farklı dememdeki etmen şu; deprem olan 10 vilayetten insanların hısımı, akrabası, arkadaşı komşusu, vb. Mersin'de yaşıyor, keza bu şehirlerden gelen insanlar tarafından hemşehri dernekleri kurulmuş şekliyle uzunca süredir kentimizde yaşıyorlar. Bu manada çoğu bizlerin de tanıdığı, dostu, arkadaşı. Son depremden kaçış sürecinde gördük ki"; nadide kent Mersin'de depremlerin etkisiyle şimdiye kadar su kullanımının artmasından bahisle 400 bin kişinin hısım, akraba, arkadaş ya da Mersin depremden az etkilenecek söylemi ile kentimize ağırlıklı olarak gelen depremzedeler. Bir taraftan 6 Şubat'ta yaşanan 7.7 dokuz saat aradan sonra 7.4 büyüklüğünde deprem ile sarsılan" 13,5 milyon insan, o ki bizler Mersin de keza Antalya ve Kıbrıs'tan bile bu korkutan gerçek hissedildi, diğer taraftan kentimizde kentin alt yapısı, zenginleşme ve aidiyet duygusunun eksikliği, yaşanan büyük deprem ile birlikte sıkıntılı bir süreci beraberinde getirdi. Depremin olduğu ilk günden bu yana yazılarımda bu konulardan çokça söz mettim. Ama dün Mersin Üniversitesi jeoloji bölümünden doçent hocamız Karataş ve Yumurtalık üzerinden gelecek kırılacak fayların etkisiyle 6.5 büyüklüğünde bir deprem olacağını zikretmesi, ülkemizin deprem ülkesi olmasından bahisle MTA (Maden Teknik Araştırma) araştırmasına göre Türkiye de 5.5 ve üzeri büyüklükte deprem üretebilecek 500 civarında "diri fay" olması ve yasalarla getirilmiş depremselliği içeren bütün kurallarla birlikte imar affı gibi popülist yaklaşımlar, bize bir şey olmaz mantalitesi, dere yataklarına yapılan evler, deniz kumu ve eksik demir, çimento kullanımı ve nasıl alındığı hiç sorgulanmayan müteahhitlik belgeleri, rant gerçeği ile işin ehli olmayan kişilerle birleşince durumun çok daha vahim olduğu gerçeğini bir kez daha bizlere gösterdi. Tekrar belirtelim şimdilerde bütün deprem uzmanları Prof. Dr. Süleyman PANPAL dahil şu yorumu yapıyor, "şimdi yeni deprem transferleri, yeni hırpalanmalar, örselenmeler, maalesef bölgenin depremselliği bir süre daha devam edecek. Aynı fay hattının kuzey ve güney devamı Hatay civarı, hem doğu Anadolu fayının İskenderun körfezine doğru giden bir parçası var bu Antakya fayı da denizin içerisine doğru devam ediyor. Burası hala bir miktar daha kırılabilir.

Ama ölüdeniz fayı da Hatay'dan güneye doğru devam ediyor kırılmayan kısımlar var.

Orada da tetiklenme ve yeni depremler mümkün.

Ve; bütün bu açıklamaların yanı sıra somut bir gerçeği daha biliyoruz ki deprem değil, binalar öldürür gerçeğini bu kadar yakından hissettiğimiz bu olgu ile bütün bunların üstesinden nasıl geleceğiz.

Kentimizin şehreminisi haklı olarak son günlerde aldığımız yoğun göçün alt yapı, asayiş, trafik, su kullanımı, eğitim, barınma sorunu gibi konularla daha çok sıkıntılar yaşanmaması için Mersin'e "özel bir statü" verilmesi gerektiğini haykırıyor.

Memnuniyetle görüyorum ki pek çok STK, kişi ve kuruluş bunu dillendiriyor, hatta Mersin "afet bölgesi" ilan edilsin demekteler.

Elbette son 15-20 gündür çok etkilendik, sürekli deprem haberleri, yitirdiğimiz canlar, yaralılar, hastanelerden gelen üzücü haberler ve Mersin de yaşayan bizlerin hissettiği panik olduğumuz sayısız artçı depremler, o kadar çok etkilendik ki gece yatağımızdan fırlıyoruz.

Bu günleri nasıl aşarız, yaraları sarmak, birlik, beraberlik, tek yürek olma bunlar güzel şeyler.

Ama ben yaptım oldu, bana bir şey olmaz, yaklaşımı ile yetişen bizler bir yana, son günlerde uzmanların verdiği bir örnek ülke Şili örneği var; 8-9 büyüklüğünde depremde en fazla 500 kişi ölmüş, ABD /Şikago örneğinde olduğu gibi deprem riski yok, ancak gökdelen ve diğer binalar depreme dayanıklı üretilmiş.

Haftalardır deprem konusunu yazıyorum, haklısınız ama görünen o ki bize bir şey olmaz rahatlığı ile artık hareket edemeyiz, ölüyoruz ya bunun başka açıklaması var mı?

Bununla birlikte kentimiz toplum psikolojisi, bireysel psikoloji, sosyo-ekonomik, bütünsel biçimde etkileniyor ve etkilenecek bunları bizlere yönetenlere bir şekilde iletmek zorundayız.

Ve deprem gerçeği ile ölümü beklemeden korunma yöntemleri, yaşadığımız binamızı kontrol dahil yeni depreme dayanıklı TOKİ evleri yapacak şekilde bu gibi köklü tedbirlerle genel ve yerel yönetimler bizleri teskin etmeli, üreten, geleceği güvenli, ölüm korkusu olmadan yaşayan bireyler haline gelmeliyiz.

Zira son depremde 43 binleri aşan yitirdiğimiz can, on binlerce yaralı, yarım kalan hikayeler ve yarın deprem olacak korkusu ile yaşayamayız. Bölgemizde ve yarınlarda ekonominin yüzde 40'ına hükmeden İstanbul'da depremi minimize edecek tedbirleri bizleri yönetenler almazlarsa sosyo-ekonomik, demografik, psikolojik sorunlar daha da altından kalkılamaz boyutlara ulaşacak, dolayısıyla bizler anayasadan gelen "devlet birey içindir" yaklaşımını çok geç olmadan yarından tezi yok görmek istiyoruz.