DEPREMİN ANATOMİSİ: AKŞAM ZENGİN YATIP, SABAH FAKİR UYANMAK

Bölgemizde korkutucu, üzücü ve bir o kadar yaşamsal mana da geleceğimizi etkileyen önemli bir doğal afeti, daha doğrusu asrın felaketini yaşadık. Hepimizin ruh hali, yaşam sistemi bozuldu. Eğer ki; dostlukları, birliktelikleri, sevdiklerimiz için iyilikleri somut olarak arttırmazsak işimiz bir hayli zor. Açıkçası ben bunca zamandır insanları gözlemliyorum ve haber yapıyorum; bu dönem kadar içe kapalı, egosu yüksek, belirsiz ve sevgisiz bir dönem daha hatırlamıyorum. Güzel ülkem elbette bu günlere kolay gelmedi, nine ve dedelerimizin şehit kanlarıyla verilen amansız mücadele, Cumhuriyetimizin 100. yılına erişebilmek adına Kurtuluş Savaşı destanı, Lozan, Atamızın muasır medeniyet adına arkadaşları ile birlikte yaptıkları devrimler. Sonrasında rahat bırakılmayan coğrafyamız, bir Kosta Rika gibi ülke olabilecek iken, sayısız askeri ihtilaller! Muhtıralar, iç kargaşa, suikastler, kutuplaşmalar, 1939 Erzincan depremi, diğer deprem ve felaketler,2. Dünya savaşından etkileşim, popülist ve çapsız yöneticilerin demogojileri, kronik enflasyon, Ali baba ve kırk haramilerin doyumsuzluğu. Ortadoğu'nun en medeni parlayan yıldızı olan ama bir türlü emperyalizm ve işbirlikçileri tarafından rahat bırakılmayan nadide canım memleketim. Deprem öncesi ve sonrasına gelecek olursak bölgenin en kıymetli tarımsal ve ekonomik anlamda güçlü hinterlandında böylesi istenmeyen olguları yaşamamız, gelecek adına açıkçası beni endişelendiriyor. Salgın, ekonomik kriz ve 13,5 milyon insanın dolaylı ya da direkt olarak etkilendiği bir felaket. Sadece K. Maraşı yazacak olursak; Mersin'e gelen dostlar anlatıyor,700 bin nüfuslu şehirde yaşayanların yüzde 90'ı kenti terk etmiş durumda. O ki; Mersin'i günlerdir yetkililer konuşuyor, anlatıyor bizler yorum yapıyoruz deprem yaşandı ve bitti diyemiyoruz, zira artçılarla birlikte 4 korkutucu ölümlü, yaralanmalı deprem, sonra oturduğumuz bina sağlam mı, bir kez daha Adana merkezli bir deprem olursa Mersin de nerede kaç bina yıkılacak? kaç canımızı yitireceğiz? deprem ve artçılar bunca yaşananlardan sonra bize daha hangi travmaları yaşatacak? diye düşünüp duruyoruz. Hayat devam ediyor; doğru bundan 500 yıl önce de deprem/ler oldu, insanlar öldüler, bu doğal bir etkileşim ama sorun şu: depremden felaketlerden ders almadık, deprem değil binalar öldürür, demedik, deprem coğrafyasında yaşadığımızı unuttuk. Ümitliyim elbette ama endişelerim şudur ki; ruh hali karamsar olan yurdum insanı zaten antidepresan ilaçları kullanmanın en uç noktasına gelmişti, bir de bizim kuşağın değil, yüz yıl önce bu denli büyük felaket yaşanan, gelecek adına üzüntü veren bir pandemi ve deprem ile yaşanmaya çalışılan yaşam biçimi. Yaşam biçimi demişken dostlar travmayı düşünebiliyor musunuz? Bölgede yüzlerce, binlerce, on binlerce insan zengin yatıp, fakir uyandı, uzuvlarını yitiren, rehabilitasyona ve psikolojik desteğe ihtiyacı olan sayısız insan. Ve; bütün bunları hısım, akraba, eş, dost, ziyaretlerle depremden gelen yaklaşık 400 bin kişinin kentimizde var olma biçimselliğinde Mersin de sonuna kadar travmaları, onlar kadar olmasa da bizler de yaşıyoruz. Artık özellikle akşam eve geldiğimde; hemen belirtelim, deprem sadece evde değil iş yerinde, sinemada, AVM'de her yerde olabilir, bu anlamda şunu düşünüyorum; biz canımızın yandığı birebir etkilendiğimiz,15 gün TV de deprem ile yatıp, deprem ile kalktığımız bir süreçte, artçılar olduğunda ne yapıyoruz, hepimiz evin anahtarı bir de bir iki parça eşya alıp, hemen kendimizi sokağa, aşağıya atıyoruz. Ne mal, ne mülk. Ne yeni aldığımız mobilya, ne dijital televizyon, ne bulaşık makinesi. Ne şu, ne bu. Hiçbir şey gözümüze gözükmüyor! Sadece ailemiz ve yakınlarımız. Doğru hiçbir şey gözümüze görünmüyor ama tıpkı mezara gittiğimizde ölümü düşünüp, sonra mezar çıkışı, ölümsüz yaşayacakmışız gibi, deprem bittikten sonra yine egolar, kibir, fırsatçılık tavan yapmaya devam ediyor. Bunu yani fırsatçılık mekanizmasını hem gıdada, özellikle ev kiralarında hem de ikili insan ilişkilerinde görüyorum. Tek kelime ile yazık. Akşam deprem anında evimizi, her şeyimizi arkamıza bakmadan ölüm korkusu ile bırakıp gidiyoruz, dışarıda sabahlıyoruz, arabalarda, yayla evi olan yaylalarda müstakil evi olan oralarda yatıyor kalkıyor, ama sabah olunca yine egosu tavan yapmış, bireylere dönüşüyoruz. Oysa o kadar boş ki hayat. Hep kısa hayat der dururduk ama yaşamın yeri geldiğinde anlamsız ve üç günlük olduğunu deprem bize çok daha iyi öğretti. Öğretti diyorum ama, görünen o ki ders almayan çooook. Dediğim gibi yapılması gereken çok şey var bir kere 3-4, yıldır yaşadıklarımızdan bahisle toplumun rehabilitasyona ihtiyacı var, ikincisi sevdiğimiz insanlar için iyilik yapmaya devam etmeliyiz, üçüncüsü deprem değil artık öldürmeyen binalar yaparak kentsel dönüşümü, sağlam binaları öncelemeliyiz, dördüncüsü vicdanlı bireyler olmak, bunca felaket ve kötülükleri ıslah etmek adına çalışmalıyız. Yoksa sosyal medyada klavye külhanbeyliği, hamaset ve bilgiçlik ile var olan bütün sorunsalı pratikte alt edemeyiz. Artık sevdiklerimiz için iyilik yapmak, eğitimi bilgi toplumu olmak üzere ileri seviyede geliştirmek birbirimize vicdanlı ve saygılı davranmak durumundayız. Yaşananları unutmadan; deprem ve diğer olguların bizi akşam zengin yatırıp, sabah uzuvlarını yitirmiş, fakir, hiçbir şeyi kalmayan, malı mülkü yok olmuş, bireyler olmamak için; daha duyarlı, daha bilinçli, daha vicdanlı olmak, geleceğimizi iflah olmayan kötülüğe bulaştırmadan, kötülükten arınarak sevgi dilinin, hümanizmin hakim olduğu bir gelecek ve çocuklarımız, torunlarımız için çok ama çok mücadele etmeliyiz. Buna onlar adına mecbur ve yükümlüyüz.