Derin Uyarı

Silivri açıklarında meydana gelen deprem, sadece binaları değil, zihinleri de yerinden oynattı. Birkaç saniyelik o sarsıntı, megakentin üzerinde asılı duran büyük tehlikeyi yeniden hatırlattı: Deprem geliyor. Ve biz hala hazır değiliz.

İstanbul'un kaderi hep biliniyordu. Marmara Denizi'nin altındaki fay hattı, uzun zamandır sessizliğini koruyordu. Ancak doğa, sessizliğini çoğu zaman birikmekte olan bir çığlık olarak kullanır. Bu son sarsıntı, yıllardır konuşulan "büyük İstanbul depremi"nin bir habercisi mi, yoksa sadece gelip geçici bir titreşim mi? Belki de asıl sorun, bu soruya hala yanıt arıyor olmamız.

Sarsıntıdan sonra sosyal medyada panik vardı. Herkes birbirine "Geçmiş olsun" dedi, sonra gündem değişti. Oysa yerin altında değişmeyen bir gerçek var: Her geçen gün, bir öncekinden daha yakınız felakete. Ama önlem almak için hala aynı uzaklıktayız.

Binalarımız güçlü mü? Pek sayılmaz. İnsanlarımız bilinçli mi? Kısmen. Kurumlarımız hazır mı? Tartışılır. Sanki herkes büyük depremin bir gün olacağını kabul etmiş ama kimse o gün bugündür demeye cesaret edemiyor.

Oysa deprem, korkulacak bir kader değil; yönetilmesi gereken bir risk. Bugün atılacak adımlar, yarının enkazını belirleyecek. Ve belki de en önemli adım, bu sarsıntıları "uyarı" olarak görmekten vazgeçip, "emir" olarak algılamak. Çünkü doğa, biz hazırlanıncaya kadar beklemeyecek.

Silivri'deki bu deprem, İstanbul'a bir şey yapmadı. Ama ya bir sonrakinde aynı şansı bulamazsak?