Sandığın Üzerindeki Gölge

Türkiye'de artık şu soruyu açıkça sorma zamanı geldi: Halkın iradesi yalnızca sandıkta mı geçerli, yoksa seçilenleri görevden alma refleksi, artık kalıcı bir yönetim pratiğine mi dönüştü?

Son yıllarda Türkiye siyasetinde alışıldık hale gelen kayyum atamaları, seçimle işbaşına gelmiş belediye başkanlarının birer birer görevden alınmasıyla daha da görünür hale geldi. 2024 yerel seçimlerinde halkın sandıkta verdiği mesaj, birkaç ay içinde idari kararlarla geçersiz kılındı. Mardin, Hakkari, Halfeti derken bu liste her geçen gün uzadı. Atanan kayyumların "kamu güvenliği" gerekçesiyle meşrulaştırılmaya çalışılması, halk iradesine yönelik bu müdahaleyi perdelemeye yetmiyor.

Asıl kırılma ise İstanbul'da yaşandı. 19 Mart'ta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun tutuklanması, yalnızca siyasi değil, toplumsal bir dönüm noktasıydı. Gösteri yürüyüşleri yasaklanmasına rağmen sokaklar doldu. Gençler, özellikle üniversite öğrencileri, bu duruma sessiz kalmadı. Ancak seslerini yükselten yüzlerce öğrenci gözaltına alındı, bir kısmı ise cezaevinde.

Bu noktada sadece bir siyasi figürün değil, aynı zamanda hukukun, ifade özgürlüğünün ve üniversite gençliğinin iradesi de yargılanıyor.

Avrupa Konseyi'nden gelen "Belediye meclisleri seçim yapmalı" çağrısı, demokrasiyi yalnızca sandığa indirgemeyen bir anlayışın ürünü. Çünkü gerçek demokrasi, seçilenlerin görev süreleri boyunca görevde kalabilmesini; halkın oyunun hukuki değil, meşru yollarla karşılık bulmasını gerektirir.

Gençlik sokakta, çünkü onlar sadece İmamoğlu'nu değil, kendi geleceklerini de savunuyor. Gözaltındaki o öğrenciler, bir ülkenin susmayan vicdanıdır. Bu sesi duymayanlar ise yarının tarih kitaplarında yerlerini çoktan ayırmış durumda.