Psikiyatri Uzmanı Dr. Selin Altuğ, psikolojik olarak sorun yaşayan birçok kişide damgalanma korkusunun olduğunu belirterek, “Damgalanmanın ne olduğunu incelediğimizde sorunun bireysel olmaktan ziyade toplumsal hatta tarihsel kökenleri olan bir sorun olduğunu görüyoruz. Çözüm ise eğitimden, bilgilenmekten ve dolayısıyla da değişmekten geçiyor. Kişi tedavi almaktan kaçınıyorsa bundan hemen vazgeçip, psikiyatri polikliniğine başvurmalı” dedi.
Mersin Toros Devlet Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Selin Altuğ, ‘damgalanma korkusu’ konusunda Çukurova Gazetesi’ne açıklamalarda bulundu. Açıklamalarına kurguladığı bir hikâye ile başlayan Altuğ, “Hikayemizin baş kahramanı hemen hemen bir yıl boyunca aralıklı olarak psikiyatri polikliniğinden randevu alıp defalarca kez randevularını iptal etmiştir. Sonunda artık şikayetleri iyice artınca bir randevu daha alıp bu sefer muayeneye gelebilmiştir. Şikayetlerinden bahsederken kendini açmakta oldukça zorlanmış, kısa cümlelerle derdini anlatmaya çalışmıştır. Muayene girişinin veya yazılan reçetenin sistemde görünüp görünmeyeceğini birkaç defa sorup doktordan teyit istemiştir. Muayene sonucunda doktorun ilaç önermesi ise büyük bir hayal kırıklığı yaratmıştır çünkü ilaca ihtiyacı olduğu bir hekim tarafından da onaylanmış bulunmaktadır. Önerilen reçeteyi almış ancak eczaneye giderken ayakları geri geri gitmiş, birkaç tur attıktan sonra eczaneye girmiş ilacı eczacıyla çok göz teması kurmadan almıştır. Arkadaşlarına ve iş yerindeki insanlara doktora gittiğinden bahsetmemiş bu durumu gizli tutmuştur. Belki ilaçtan birkaç gün içip sonra kullanmaktan vazgeçmiş, ilaç kutusunu çöpe atmıştır” diye konuştu.
DAMGALANMA KORKUSU NEDİR?
Altuğ, anlattığı hikayenin birçok kişiye tanıdık geleceğini söyleyerek, bu senaryoyu yüz binlerce insanın aynen yaşadığı belirtti. Bu sorunu yaşayan kişilerin psikiyatri tedavisi almadaki engelin ne olduğunu açıklayan Altuğ, “Bu güç stigmatizayon yani damgalanma korkusudur. Stigmatizasyon kelimesinin anlamını ve hayatımızda halen devam eden etkisini anlayabilmemiz için zamanda yolculuk yapıp çok eskilere gitmemiz gerekir. Stigma kelimesi Antik Yunancada leke, yara, işaret gibi anlamlara denk gelmektedir. Bu kelimenin toplumda olumsuz anlamdaki ilk kullanımı, suçluların diğer insanlardan ayırt edilmesi amacıyla kızgın demirle işaretlenmesi yani damgalanması şeklinde olmuş. Suçlular damgalanarak dışlanmış, itibarsızlaştırılmış, değersizleştirilmişler. Orta çağdan günümüze kadar kelime anlamı genişlemiş ve başka birçok durum için de kullanılmaya başlanmış. Toplum tarafından istenmeyen haklı ya da haksız yere dışlanan birçok grup damgalanmanın mağduru olmuş. Irk farklılıkları, cüzzam, tüberküloz, sfiliz gibi bazı hastalıklar damgalanmanın sebebi olmuş. Ruhsal hastalıklar da maalesef bu durumdan muzdarip grupların en önemlilerinden biri olmuştur. Dolayısıyla bizi tedavi almaktan alıkoyan, ayaklarımızı geri geri götüren, ilaçları çöpe atmamıza sebep olan damgalanma korkusu; öyle pek de bizim kendi hüsnükuruntumuz değil, küçümsenecek basit bir güç hiç değil, yüzyıllardır insanlığa yerleşmiş hala da savaşını verdiğimiz bir gerçekliktir. Bu güce yenilme hatasına düşmeyecek insan da pek azdır. Her ne kadar geçmişle günümüzü kıyasladığımızda bu konuda çok daha ileride olsak da yine de sorun ortadan kalkmış değildir” diye konuştu.
DAMGALANMA 3 DÜZEYE AYRILIYOR
Altuğ, damgalanmayı 3 düzeyde ayırdıklarını vurgulayarak, bunların Sosyal damgalanma, kurumsal damgalanma ve içselleştirilmiş damgalanma olduğunu ifade etti. Bunları açıklayan Altuğ, “Hayatımızın içinden örneklerle bu soyut kavramı biraz daha somut hale getirelim. Ruhsal hastalığımız olduğunda, sosyal çevremiz bize daha değersiz biriymişiz gibi davranırsa, bizden uzaklaşırlarsa, tehlikeli biri olduğumuzu düşünmeye başlarsa ve bir anlamda kendi sosyal çevremizden dışlanırsak yaşadığımız bu durumun adı sosyal damgalanmadır. Özel ve kamu kuruluşlarında yetkili konumdaki kişiler ruhsal hastalığı olan kişilerin değersiz olduğuna dair inançlarından dolayı, kurum kurallarını ve politikalarını öne sürerek bizim hak ve fırsatlarımızı kısıtlarsa, örneğin işe girmemize engel olursa veya çalıştığımız iş yerinde hak ettiğimiz konumda çalışmamıza engel olurlarsa bu durum kurumsal damgalanmadır. Son olarak toplum tarafından maruz kaldığımız bu muamele sonucunda biz de kendimizi değersiz, yetersiz biri olarak görmeye başlarsak, sosyal ortamlardan uzak kalmaya başlar, iş aramayı bırakırsak bu yaşadığımız durum da içselleştirilmiş damgalanmadır” dedi.
DEPRESYONU OLAN İNSANLAR DA HASTALIKLARINI GİZLEMEYE YÖNELİYOR
Farklı ruhsal tanılara göre damgalanmanın içeriğinin de değiştiğini anlatan Altuğ, şizofreni tanılı hastaların tamamının tehlikeli olduğuna dair inancın çok yaygın olduğu fakat aslında bu inancın gerçekçi olmamakla birlikte bu kişilerin başkalarından zarar görme ihtimallerinin diğer insanlara göre daha fazla olduğu tespiti üzerinde durdu. Depresyonun toplumda bir kesim tarafından zayıflık olarak görüldüğüne işaret eden Altuğ, “Bu durum da depresyonu olan insanları bunu çevrelerinden gizlemeye itmektedir. Hatta tedaviye başvurmalarının önünde engel olmaktadır. Benzer durum anksiyete bozuklukları için de geçerlidir. Ancak depresyon ve anksiyete bozuklukları ile ilgili bu ön yargılar gerçekçi değildir. Bu hastalıklar biyolojik ve çevresel etkenlerle her insanda ortaya çıkabilen ve çözümü olan durumlardır” diye konuştu.
“DAMGALANMANIN TARİHSEL KÖKENLERİ OLAN BİR SORUN OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ”
Zayıflığın, eksiklik güçsüzlük belirtisi olmadığının altını çizen Altuğ, bu gibi güçlülük göstergesi olduğu zannedilen davranışların hem kişi sağlığı hem ruh sağlı hem de toplum ruh sağlığına iyi gelmeyen davranışlar olduğunu vurguladı.
Altuğ, açıklaması şu sözlerle sonlandırdı.
“Sonuç olarak, damgalanmanın ne olduğunu incelediğimizde sorunun bireysel olmaktan ziyade toplumsal hatta tarihsel kökenleri olan bir sorun olduğunu görüyoruz. Çözüm ise eğitimden, bilgilenmekten ve dolayısıyla da değişmekten geçiyor. Bu yazıyı okuyan kişi eğer kurguladığım hasta hikayesinde olduğu gibi tedavi almaktan kaçınan biri ise kaçınmaktan vazgeçip psikiyatriye başvurmaya karar verebilir. Bir kurumda yetkili bir kişi ise ve iş başvurularında ruhsal hastalığı olanlara karşı ön yargılı davranan biri ise bu davranışından vazgeçebilir. Veya bu kişi çevresinde ruhsal hastalığı olan birine karşı uzak davranıyor, onu zayıf olduğu için eleştiriyor ise onu daha anlayışlı olmaya teşvik edebilir. Bu adımlar bizi damgalanmaktan korkmadığımız bir geleceğe yaklaştıracaktır.”