Şöyle bir şehirde yürürken “ne güzel olurdu şimdi bisikletim olsa” dediğiniz oldu mu? Ben çok diyorum. Ama dürüst olalım: hala bisiklet sürmüyorum. Ne yeterince hayatıma entegre edebildim ne de fırsat yarattım. Bahaneler, bahaneler… O yüzden bu yazı, bir “pedal devrimi” çağrısı değil. Daha çok bir “durup düşünme” denemesi.
3 Haziran, Birleşmiş Milletler’in 2018 yılında ilan ettiği Dünya Bisiklet Günü. Gerekçesi oldukça açık: Bisiklet temiz, ulaşılabilir, ekonomik, çevre dostu ve sağlıklı bir ulaşım aracı. Üstelik her yaşa her coğrafyaya uyum sağlayabiliyor, ses çıkarmıyor. Şehir zaten yeterince gürültü ve trafik problemleriyle boğuşurken büyük bir kurtarıcı olabiliyor.
Bisikletin hikâyesi bugünden başlamıyor. Modern bisikletin temelleri 1817’de, Almanya’da Karl von Drais tarafından geliştirilen “laufmaschine” yani “koşu makinesi” ile atılıyor. O yıllarda yaşanan büyük iklim krizi ve kıtlık yüzünden atlara yem bulmak zorlaşınca, Drais insan gücüyle çalışan bir araç tasarlıyor. Ne motor var ne pedal. Ama fikir büyük: “Bir yere gitmenin tek yolu hayvanları kullanmak değil.”
Bu arada, Leonardo da Vinci’nin de 15.yüzyılda bisiklet benzeri bir çizim yaptığı söyleniyor. Ama uzmanlar bu çizimin deftere sonradan, hatta belki yüzyıllar sonra eklendiğini düşünüyor. Hikâye güzel, ama muhtemelen kurgu.
Gelelim bugüne. Bisiklet artık yalnızca ulaşım değil; bir tercih, bir tavır, bir yaşam biçimi olarak da okunuyor. Kimileri için sabah kahvesinden bile önce geliyor, kimileri için ise “bir gün başlarım” hayali. Ben hâlâ ikinci gruptayım. Bu yüzden çok ısrar edemem, ama çok saygı duyarım.
Çünkü bisiklet, doğaya yük olmadan ilerlemenin sembolü. Motor sesi çıkarmaz, egzoz bırakmaz, trafik yaratmaz. Bir pedal çevirirsin hem yol alırsın hem de karbon ayak izin yerinde sayar. Sağlığa da faydası büyük: günde 30 dakikalık bisiklet sürmenin kalp hastalıkları riskini azalttığı artık bilinen bir gerçek.
Ama biliyoruz, her şey böyle akademik cümlelerle ilerlemiyor. Şehir yapısı, yolların güvenliği, insanların alışkanlıkları derken “hadi bisiklete bin” demek bazen kolay, bazen imkânsız. O yüzden bu yazının içinde suçluluk değil, niyet var. “Keşke” diyebilen herkes zaten yarı yoldadır.
Belki bu yazıyı okurken bir yerlerde bir bisiklet gün yüzü görür, belki birkaç adım sonra bir bisiklet yoluna denk geliriz. Belki de hiçbir şey olmaz ama bir şey olur: aklımızda bisiklet kalır.
Ve bazen bir fikir, bir pedaldan daha çok yol alır.