Kültürümüzde bir laf vardır: "Boş ver..."
Bir derdini açarsın daha cümleni bitirmeden duyarsın. Kayıp yaşarsın, hemen "takma kafana" gelir. Sanki üzülmek, kırılmak, acı çekmek ayıpmış gibi... Sanki güçlü olmak, hiçbir şey hissetmemekmiş gibi...
Oysa acıyı yok sayarak iyileşemeyiz. Üstünü "boş ver" diyerek örttüğümüz her yara, zamanla büyür. Kabuk tutmaz, içten içe kanar. Ağlamak gerekir bazen, yas tutmak gerekir. Çünkü hissetmeden geçmiyor. Hiçbir şey "boş ver" demekle silinmiyor.
"Boş ver" kültürü, kendimizi korumak için geliştirdiğimiz bir savunma gibi görünse de uzun vadede insanı kendi duygularından bile uzaklaştırıyor. Acıya bakmadan devam etmeye çalışmak, kırık dökük duvarları boyayla süslemek gibi... Altı çürürken üstünü güzelleştirmeye çalışmak.
Durumun bilimsel tarafı da en az duygusal tarafı kadar sarsıcı: Araştırmalar, duygularını bastıran bireylerin depresyon, anksiyete, kalp-damar hastalıkları ve bağışıklık sistemi bozukluklarına daha yatkın olduğunu gösteriyor. Harvard Tıp Fakültesi'ne göre, bastırılan duygular uzun vadede yalnızca ruhu değil bedeni de çökertiyor.
Travmaları dile getirmemek, acıları yok saymak; sadece duvarlar örmek değil, o duvarların ardında vücut sistemlerimizi yoran bir stres yükü biriktirmek demek. "Boş ver" deyip geçtikçe, bağışıklık zayıflıyor, tansiyon yükseliyor, hatta bazı araştırmalara göre kanser riskleri bile artabiliyor. Kısacası, duygularını yutan beden, bir noktada çığlık atmaya başlıyor.
Peki ya çözüm? Belki de artık "boş ver" demeyi bırakıp, "biliyorum, çok zor" demeyi öğrenmemiz gerek. Çünkü gerçek dayanışma, acının da üzüntünün de hakkını verebilmekten geçiyor.
Kendi acımıza bile "abartma" dediğimiz bir toplumda, başkasının acısına nasıl alan açabiliriz? Halbuki bazen en büyük iyileşme, biri acını dinlediğinde ve "haklısın" dediğinde başlıyor. Susturmadan, düzeltmeden, iyileştirmeye çalışmadan, değiştirmeden yanında durduğunda...
Çünkü aslında hissetmek iyileştirir. Bastırmak değil, yaşamak ve paylaşmak hafifletir.
Ve bazen, bir "boş ver" değil; bir omuz, bir cümle, bir duruş kurtarır bizi.