Kilo vermeye karar verdiğinizde ilk yaptığınız şey ne oluyor? Diyet listesi mi arıyorsunuz? Kalori saymaya mı başlıyorsunuz? Belki de en sevdiğiniz yiyeceklere “hoşça kal” deyip kendinizi sıkı bir disipline sokuyorsunuz. Peki ya asıl mesele tabağınızdaki yemekten çok içinizde bir yerlerde saklıysa?

Birçok kişi defalarca kilo verip tekrar aldığını anlatıyor. Bu sadece “iradesizlik” değil. Bedenin taşıdığı fazlalıklar çoğu zaman, içimizde taşıdığımız yüklerin dışavurumu. Stres, yalnızlık, bastırılmış öfke, sevilmeme korkusu… Bunlar bize acı verdiğinde, çoğu zaman kendimizi buzdolabının önünde buluyoruz. Çünkü yemek en kolay sığınak. Sessiz, yargılamayan ve anlık da olsa iyi hissettiren bir dost gibi.

Sonra ne oluyor? Pişmanlık. Yine başladığımız noktaya dönüyoruz hem de ek bir başarısızlık hissiyle. Tam da burada daha kalıcı çözüm için devreye duygu çarkı giriyor.

Ne zaman, hangi duygunun ardından eliniz o atıştırmalığa uzanıyor? Aç mıyım gerçekten, yoksa sadece üzgün, gergin, yalnız, hüsrana uğramış mı hissediyorum?

Duygu çarkı, bu noktada bize netlik sunar: Sinirliyim deriz ama belki aslında yetersiz hissediyoruz. “Mutsuzum” deriz ama belki özünde “değersizim” diye düşünmüşüzdür. “Tıkınıyorum” deriz ama belki de sadece “anlaşılamamış” hissediyoruzdur. Duygular anlaşılmadığında bastırılır ve bastırıldığında başka yollarla dışarı çıkar. Kimimiz için bu yol yemek olur, kimimiz için başka bir kaçış.

Kilo, sadece bedenle değil; geçmiş travmalarla, alışkanlıklarla, kendimizle kurduğumuz ilişkiyle ilgilidir. Kendimize kızmak yerine, şefkatle yaklaşmayı ve neye ihtiyacımız olduğunu anlamayı deneyelim. Çünkü gerçek değişim bedenle değil zihinle başlar.

Ve belki de bu seferki yolculuk, sadece zayıflamak değil…

İçsel bir özgürleşme olur.