Hangi kötü sonucu doğurursa doğursun yaptığımız hiçbir şeyden, söylediğimiz hiçbir sözden pişmanlık duymuyor, başkalarının hayatını ne kadar zehir edersek o kadar başarılı sayıyoruz kendimizi... Bildiğimiz yanıldığımıza yetmiyor oysa... Ezber cümlelerle ahkam kesip, ruhumuzu teslim ediyoruz. Dünyevi hırslarımız, her şeyin önünde artık... Gözümüz öylesine dönmüş ki, gelen ölüm haberlerini maç skoru gibi kodluyoruz hafızamıza... "Bir bizden, üç onlardan acımasızlığı" yaşamımızı belirleyen temel güdü haline geliyor. Kötü bir dünyanın, kötülükler toplumuna dönüşmüş bir ülkesinde yaşıyoruz artık, hırslarımıza sonuna kadar teslim olduk hepimiz... İnsani incelikleri, alçak gönüllü olmayı, başkasıyla empati kurmayı, paylaşmayı, dayanışmayı, karşılıksız sevmeyi çoktan unuttuk. Akıl almaz bir Vandallık hakim oldu her şeyimize... Nefes nefese bir koşu içindeyiz insani olmayan duygulara doğru; en başarılı bizim çocuklarımız olmalı, en çok parayı biz kazanmalı, en çok mülkü biz edinmeliyiz... Bir yetmez, birkaç evimiz bulunmalı ülkenin dört köşesinde; birkaç bankada hesabımız, borsada bolca senetlerimiz olmalı... Yoksa, ulaşmalıyız mutlaka, hayatımızın tek amacı bu çünkü... Kendimizi dünyanın merkezine koyduğumuz için, her şey bize göre biçimlensin istiyoruz; içinde bulunduğumuz ruh hali, sözcüğün tam anlamıyla, sevgisizliğe karşılık geliyor bu yüzden... Herkes bizim gibi düşünmeli, bizim gibi yaşamalı, bizim penceremizden bakmalı hayata... Toplumsal ilişkiler bizim normlarımıza göre belirlenmeli; ne ayıp, ne değil; ne doğru, ne yanlış; ne sevap, ne günah bize göre şekillenmeli... İnsanı, insanın kurdu saymaya başladığımızdan beri, iyi olmanın aptallıkla eşit olduğunu anlatıyoruz çocuklarımıza, saflığın, temizliğin geçer akçe olmadığından dem vuruyoruz... Paylaşmayı, yardımlaşmayı, dostlaşmayı yasakladığımız gibi, "Sana bir yapana sen bin yap" diyerek, iyilikte değil kötülükte yarışmasını öğütlüyoruz onlara. Başarıya giden her yolu mubah saymakla kalmıyor, en yakınımızdakini ezip geçen gözü dönmüşlüğü hayat düsturu olarak görüyoruz. İnsanların ürettiği mülklerden ne kadar çok elde edersek o kadar varsıl sayıyoruz kendimizi; en büyük varsıllık, bitip tükenmek bilmeyen hazine olarak önümüze uzanan doğa ve özünü yitirmemiş insan oysa... Kirlenmemiş denizi, bozulmamış doğayı, kuş seslerinin verdiği huzuru, milyon dolarlar harcayarak geri getiremeyeceğimizi bildiğimiz halde, büyük bir hırsla yok ediyoruz yine de...Sevgiyle Kalın. Esenlikte Yaşayın. Mustafa Mızrak / Gazeteci / Yazar