Yüzyılın felaketi; 06 şubat saat 4.17 de olan deprem anında ve sonrasındaki on beş gün arayla hiç yaşamadıklarımızı yaşadık. Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7.7.büyüklüğünde dokuz saat aradan sonra Elbistan merkezli 7.6 büyüklüğünde uzmanların bile beklemediği ikinci büyük deprem.
Tam yaralar sarılıyor derken, geçtiğimiz pazartesi akşamı 6.4 ve üç dakika sonra 5.8 büyüklüğünde yine hepimizi çok korkutan artçı depremleri yaşadık. Bölgemizde depremin şahidi olan 13,5 milyon insanın eşzamanlı olarak bunları artçılarla birlikte her daim, her gün yaşaması.
Şöyle düşünmemek elde değil 11 vilayet ve yavru vatan Kıbrıs ile birlikte şimdinin esaretini yaşıyoruz. Adeta yarın/lar yitik.
Geçen pazartesi akşamı olan depremde dışarı artım kendimi, hiç abartmıyorum üniversite caddesi, Tece arası araç konvoyu oluşmuştu, imkanı olan yayla taraflarına doğru gitmeye çalışıyor, kimi stadyum önünde, kimi otobanda mola yerinde, kimi güvenli buldukları yerlerde duruyor, sahilde veya ışık olan her mecra değerlendiriliyor, toprak zeminde portatif sandalyelerde yada ayakta insanlar kendini korumaya çalışıyor ama o panikten görüyordum ki herkes travma yaşıyordu.
Adeta bir can pazarı, felaketten, tsunami korkusundan kaçış sürecini gözlemledim.
Ne akıllı daireler ne eşyalar, ne havuzlu, ne güvenli denilen apartmanlar, insanlar arkalarına bile bakmadan müstakil evlere, karavana, yayla evlerine doğru gidiyorlardı. Ve fakat hala bugün dahi artçılar deprem bölgesinde, Mersin'de devam ediyor, uzmanlar 3 aydan 3 yıla kadar artçı depremlerin devam edeceğini ifade ediyorlar.
Dedim ya dostlar; 13,5 milyon insanın çoğunluğu devletimizin ve milletimizin katkıları ile deprem olmayan bölgelere, hatta gemilere naklediliyor. Şu anda devletimiz, milletimiz, belediyelerin, Hayırsever kişi ve kuruluşların orada kurduğu ya da kurmaya çalıştığı çadırlarda kısıtlı imkanlarla yaşayanlar. Ya o canların birebir yaşadığı travmalar. Ailesini, yakınlarını, uzuvlarını kaybedenler. Mal canın yongası diyerek akşam zengin yatıp, sabah fakir uyanan canlarımız, hısım, akraba, arkadaş, eşimiz dostumuz. Tarifsiz, olağanüstü bazen kelimelerin boğazımıza düğümlendiği şeyler, yaşam biçimi bunlar. Hüzün, iç sıkıntısı, yürek daralması.
Ve yaşanan bu travmalar ile beraber bir bir emek verilmiş yıllarca yaşadığınız mekanların kırık pencere camları, yok olan kapılar, eşyalar enkazın altında kalmış çekyatlar, buzdolabı, özel eşyalar, fotoğraf albümleri, kırılan çerçeveler hatıralar. Yıllarca kaybolmayacak korku, panik, dram bütünselliği ve yarım kalmış hikayeler. Elbette tek yürek olduk, yaralar sarılacak, kolay olmayacak biliyorum ama bunu da aşacağız. Ancak ard ardına yaşadığımız bu felaketten nasıl arınacağız, nasıl dinginleşeceğiz. Zaten pandemi ve derin yoksulluk, ekonomik kriz, işsizlik, geçinememe, gelir-gider uçurumunun konuşulduğu şu günlerde bir de depremin hem de yüzyılın felaketi olan bir sarsıntının toplum üzerinde hepimizi baskıladığı bozuk psikolojimiz. İşini, görevini, artçılardan dolayı rahat yapamayan, gece uyuyamayan binlerce, on binlerce, yüz binlerce insan. Pandemi de hatırlıyorum yine ölüm korkusu vardı, ama uzmanlar öneri üzerine öneri sundular, şifa niyetine limon, C vitaminleri, aspirin, zeytin yaprağı, sumak gibi ürünlerin faydasının maske, hijyenin önemi, el yıkama gibi tedbirler hep konuşuldu ama sıcacık evimizde mola vermek, gündemi takip etmek mümkündü daha sakindik, elbette o süreçte de çok etkilendik. Ama bu farklı bir his dostlar; ölüm korkusu ve çaresizlik. Yorgun, argın geldiğiniz mütevazı ya da şatafatlı akıllı evinizde, apartman dairenizde huzur içinde oturamaz duruma gelmek. Üstüne üstlük bir de buna oturduğum ev depreme dayanıklı mı? değilmiyi sürekli sorgulayan halimizi bir düşünün. Herkesin yayla evi, müstakil evi, villası, bungalov evi olmadığına göre, yaşanan paronayayı varın siz hesaplayın.
Neresinden bakarsanız bakın zor bir süreç.
Demiştik ki sözün bittiği yer, kelimeler kifayetsiz, dile kolay bir sürü yara, birçok üzücü kahredici hikaye. 15 gündür TV'lerde deprem haberleri ile rüyalarımıza giren enkaz, mucize, can feryat görüntüleri.
Bizleri yönetenlerin hala birbirleri ile atışıp, kavga ettiği, sinkaflı sözleri duyduğumuz bir süreç.
Toplum bütün bu olgulardan dolayı yoruldu ve kaygılı, artık gelecekte huzurun olmayacağı endişesine kapılmış durumda, gerçekten kutuplaşma, sığ politik manevralar bir de doğal afetler.
O halde dostlar; Deprem ülkesi olduğumuzu unutmadan yetkililerin, belediyelerin ve halk olarak bizlerin herkesin ders çıkarmak durumunda olduğumuz 20 günde 4 büyük deprem ve artçıları ama bir ŞİLİ bir Şikago bir Sanfransisko gibi öğretilerle yarınlara umutla hazırlanmamız gerekiyor.
Yoksa karmaşa, kaotik durum, karamsarlık, mutsuzluk, umutsuzluk daha da artacak daha çok kaygı duyup, üzüleceğiz. Onun için deprem ülkesi olmamızdan bahisle yarından tezi yok birincil görevimiz olacak şekilde coğrafya kitaplarında yavrularımıza deprem gerçeğini, korunma yöntemlerini daha çok anlatmak, depreme dayanıklı, dirençli binalar, yasaların uygulanması, denetleme mekanizması tıpkı Japonya ve Şili gibi hayata geçirmeli yarınlara Ümit ile bakmalıyız. Bunu da elbette yapacak olanlar ülkesini seven politikacılar, idareciler ve yerel yöneticiler olacaktır. Onlardan Kentsel dönüşüm yapı denetimi deprem yönetmeliği bağlamında etkin denetim gibi atılacak adımları İvedi olarak bekliyoruz.
Zira bu işin şakası yok.