Yazar dostlar bilirler eğer yazacağınız köşe yazısı gündeme dair bir yazı olarak usunuzda hazırlanıp, kurgulanmamışsa masa başında yazacağınız yazının nereye gideceğini bilemezsiniz. Elbette Yazar olarak, tek bir amacınız vardır. Okur bu yazıyı okurken; keyifle okumasını ya da düşünce denizinin içinde yazdığınız yazıyı sıkılmadan okumasını sağlayabilmek. İtiraf etmeliyim ki her yazdığımız köşe yazısı o kıvamda, keyiften dem vuran yazılar olamıyor. Her şeyi çabuk tükettiğimiz hayat şartlarında, hüzünlü ve karamsar bulutların bizi de etkilediği süreçlerde bu koşuşturma içinde anlatmak istediğimizi anlatmadan kimi zaman bitirebiliyoruz yazımızı. Elbette bunun sebeplerinden birisi de güzel ülkemde gündemin sürekli değişmesidir. Ama evvel emirde sizler bu yazıyı okurken, bir nebze düşündürmek ve tabidir ki yazının sonuna kadar köşe yazımın okunmasını planlamak, birincil görevim oluyor. Pek çok yazarın da amacının bu olduğunu okuyarak, onlarla sohbet ettiğimde biliyor ve görebiliyorum. Bizi yılardır takip eden dostlar bilir, amacımızın tarihe not düşmek, farkındalık yazılarını, söylemlerini, içsel duyguları, sanatı, insanı sevgi toplumu olmayı, adaleti, adil gelir dağılımını, çevreyi, doğayı yaşadığımız kenti, çocuklarımızın geleceğini öncelediğimizi hayatın içinden paylaşımlar yaparak sorunlara çözüm yolu aradığımızı, okurken bilir, anlar. Bu manada yazar iyi bir gözlemci olmak ve her gün çok şey okumak durumundadır. Bu saydığım iki husus bizlerin olmazsa olmazıdır. Küçük küçük notlar alırsınız, dolmuşta, yürüyüş yaparken, haber izler ya da sohbet ederken. Etki, tepki olayının gözlem ve hafızanın yansıması ve sonucudur yazılan köşe yazıları, elbette şiir, öykü ve romanlarda öyle. Aslında ustalar bu tür yazıları fıkra ile betimler. Ama ben şöyle düşünüyorum fıkra gibi bir yeryüzünde zaman zaman ağlanacak, halimize güldüğümüz, trajikomik bir hayat aslında bütün bu olan bitenler. Dolayısı ile anlatacak fıkra/lar da çok. Düşünebiliyor musunuz dostlar anı yaşayamıyoruz, anlık yaşıyoruz, neden diye sorarsanız taziyeye mezara, hasta ziyaretine gittiğimizde hayatın anlamsızlığından dem vurup, bunlardan bahsederiz ama çıkışta "Nefs" dediğimiz şeyin bizi nerelere götürdüğünü hiç hesaba katmayız. Ya da TV'de dikkat çekici bir haber izler, okur sonra evet ya çok doğru deriz ama sonra hiçbir şey olmamış gibi hayatımıza devam ederiz. Bizler tam bu esnada unuttuğunuz, hatırlamak istemediğiniz olgunun yazıya bürünmüş hali ile devreye giriyor ve sizlere farkındalığı anlatıyoruz, konuya yazılarımızla, aforizmalar yazarak dikkat çekiyoruz. İşte o anlamda yine kurgulanmayan yazımızda konu konuyu açmaya başladı bile, sahi dostlar otobüse, dolmuşa bindiğiniz de yolcuların cep telefonundan başlarını kaldırmadıklarını ya oyun, ya Whatsapp'ta yazışma, ya da evindelermiş gibi yüksek sesle konuştuklarına hiç şahit oldunuz mu? Ben çok şahit oluyorum; hem de hiç çekincesiz konuşmalarını duyarak, şaşkınlığımı gizlemeden. Onlara bakıyorum. Geçen akşamüzeri yanımda oturan 25-30 yaşlarında genç şöyle diyordu; "Apo bende dolar var yaprak yaprak alıyorum, ama dayanmıyor, bitiyor meret! Yine alacağım da; Kardeş, bu euro için ne diyorsun bir kaç yaprak da ondan alayım mı? Anladım al diyorsun yani. Hadi Allaha emanet ol" Aslında sevgili okurlar; kimse kusura bakmasın sosyal medya da ki bilgi kirliliğinin varsıllığı ile beraber şunu yazmalıyım: Cep telefonu o hale geldi ki uzvumuzdan öte; onsuz yapamıyoruz ama kullanma ve konuşma adabını da genel manada hiç mi hiç bilmiyoruz, anlatacak o kadar anekdot var ki hepimiz bu sorunu yaşıyoruz, öyle ki kitap yazacak kadar ne dersiniz? Bize göre cep telefonları artık, bilginin ötesindeki özünü, gücünü, notebook oluşunu kullanmak değil de amacı dışında kullanıp cep telefonu ile avare bir şekilde konuşup aslında nezaketsizlik ve üslup sorunu yaşıyoruz. Ve şu net olarak görünüyor ki cep telefonları ruhumuzun hayat aşkı ile kıpır kıpır olmasını ve duygusal zekamızı kullanmaya engel olmaya başladı. Kim bilir belki de pata küte geçen yaşamın içinde sığındığımız sahte mutluluk veren sanal bir evren, cep telefonları.! Materyalist yeryüzünde yalnızlığımıza çözüm gibi gördüğümüz. Farkındasınız değil mi? Hayatta kıymet verdiğimiz, anlam yüklediğimiz bütün kavramların ezberi bozuldu. Belki de hala bunun farkında değiliz bilmiyorum. Mesela bir dostumuz 10 gün içinde yapılan tetkiklerden sonra kanser olduğunu öğrendikten sonra hayatının kararabildiği, trioid kanseri teşhisi konulduktan 11 ay sonra hayata veda ettiğini, sadece dinliyor o an üzülüyor, ama ders almayı bilmiyoruz. Yaşamın 30 bin gün olmadığını ve hala sabah uyandığımızda Arif Sağ, Orhan Hakalmaz'ı, Ümit Besen'i, Sibel Can ya da Chopen, Vivaldi'yi Bethoven'ı dinlemeden, alacakaranlık bir hayat mücadelesi için de güneşin doğuşunun, papatya tarlasının, yakamozun, bir bebeğin masum gülüşünün farkında olamıyoruz. Hem de bunlar hayatımızın içinde varlığı ile mutlu olmamıza vesile olacak bir somut gerçek ve bila bedel olduğunu bildiğimiz halde. Ah materyalizm Ah. Dip not. Ustaları, duayenleri bir bir yitiriyoruz bu sahte, kısa süren hayat serüveni olan dünyada. Allah rahmet eylesin, Ziya Keskinışık ağabey. Oysa basın duayenleri toplantıları ile Mersin Tarihine onunla da not düşecektik oysa... Rahmet diliyorum, Uğurlar olsun ağabey.
F. A