Kıymetli okurlarımız; 6 Şubat sabahı saat 04.17'de biz ne yaşadık hiç düşündünüz mü? 1939 yılından bu yana en kötü senaryoyu,100 yıldır yaşanmayan, asrın felaketini, hüznü, kederi, kalp çarpıntısını, kalp ağrısını, yıkımı yaşadık. Üstüne üstlük 2 yıl süren, bizleri evlerimize kapatan ölümün soğukluğunu hissettiğimiz pandemi ve hala devam eden ekonomik buhrandan sonra. Tarifsiz, kifayetsiz bilinmezliklerle dolu çok ilginç bir süreç. Travma, kaygı, umutsuzluk, gelecek endişesi, korku ve ruhun dinginliğini yitirmesi. Onun için bütün bu yaşananlara bakınca hepimizin bildiği /bildiğimiz bütün ezberleri öğretileri üzülerek belirteyim ki; unutmamız gerekiyor, zira çok kurgusal zaman zaman ütopik bir yaşam biçimini yaşarken asrın felaketi ile 7.7 ve 9 saat arayla 7.6 büyüklüğünde yaşadığımız 13,5 milyon insanımızın derinden etkilendiği Danimarka'nın yüzölçümü olan bir toprak bütünü kadar bölgenin etkilendiği/etkilendiğimiz deprem.
Kendimize dair, ailemize ait kararlar izdüşümlerin hak ile yeksan oluşu! Hadi bu yaz tatile şuraya gideyim, hafta sonumu şurada değerlendireyim, akşam şu lokantada keyif yapayım, bugün arabamla gitmediğimiz neresi var hadi oraya gidelim, sabah yürüyüşümü biraz fazlalaştırayım, sinema, tiyatro, eğlence, kitaplar eşliğinde kahve içimi, bugün bu kitabı okudum arkadaş arasında yapılan dedikodular, muhabbetler.
Bunların hepsi olacak belki. Ama bugünden itibaren özellikle ateş düştüğü yeri yakar mantalitesi ile hayat bu bölgede ve elbette Mersinimizde de daha farklı olacak. Elbette 1939 depremi, 1999 Marmara, Düzce, İzmir, Elazığ vb. depremlerini TV'lerde izledik, ölenlere üzüldük, insanlar balkondan atladı haberlerine şaşırdık, ama bu kez farklı bir şey yaşadık/yaşıyoruz.
Ölüm; Yanı başımızdaydı. Ve bir dahaki depremin ne zaman olacağını bilmeden nasıl etkileneceğimizi depremin nasıl bir zaiyat verip vermeyeceğimizi çoluğumuza, çocuğumuza, ailemize nasıl bir şey olacağını nasıl bir yıkım ile karşılaşacağımızı bilmeden yaşamak.
Hele ki 7 kez imar affı çıkarılan, oy ve popülizm hesabı her keresinde yani ilk depremden bu yana yapılan, rant düşkünlüğü ve bize bir şey olmaz mantığı ile hareket eden bir toplum bütünselliğinde yaşıyorsanız.
Evet dostlar; ölüm yanı başımızdaydı, hala da öyle. Günlerce, haftalarca TV'lerde yıkılan binalar, ölü sayısı, haberlerini izleyip durduk. Sonra mucize olarak adlandırılan 5 yaşında,35 yaşında,75 yaşında enkazdan çıkarılan canlarla kendimizi teselli ettik.
Ama öte yandan her gün ölü sayısının arttığı Kahramanmaraş/Pazarcık merkezli 300 kilometre uzaklıktaki Mersin'den, Kıbrıs'tan bile hissedilen depremin hayallerimize prangalar koyduğunu sessizce bazen öfke ile izledik.
Bundan sonra işimiz daha zor, elbette bu tür afetlerden sonra hayat nasıl devam ettiyse yine devam edecek, ama pek çok şeyi delip geçti deprem ve kesinlikle bu kez Psikolojik olarak güçlü olmak, birbirimize moral vermek, kenetlenmek şimdilerde olduğu gibi her daim tek yürek olmak zorundayız.
Zira çok farklı bir etkileşim, denklemi bilinmeyen bir ruh hali içindeyiz ve yaşananlar hazin olarak adlandırdığımız koca bir öykü aslında.
Şurası kesin ki; Ateş düştüğü yeri yaktı. Kül oldu her şey. Ülkemiz uzmanların klasik söylemleri ile deprem bölgesi, doğru ama biz bir Japonya,ABD/ Sanfransisko, Meksika gibi neden olamıyoruz? Neden hayatımızın alt üst olmasına hep izin veren, kaderci bireyler olmak durumundayız?
Madem 1939 yılında en büyük afeti yaşamışız, madem ülkemizin her yanı deprem bölgesi o halde neden bizleri yönetenler o tarihten sonra binaları, betonları, demirleri vb. depreme dayanıklı yapmaları mümkün olmamış, müteahhitleri, ustaları, mühendisleri politikacıları eğitmemiş bizleri yönetenler, insan hayatı her şeyin üzerinde dememiş, ha babam de babam popülizm, oportünizm insan avcılığı yapmışlar.
200 yıl önce başlayan medeniyet savaşı neden çağdaş ülke normlarında olmamış, neden cehalet ve kadercilik, bize bir şey olmaz yaklaşımı bizi esir almış.
Üzülerek yazıyorum ama hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık. Bu bölge de kültür, tarih ve tarihsel mekanlar, gastronomi, hatıralar insan ilişkileri vb. artık hepsi depremin etkisi ile yok olma aşamasında. Giden on binlerce can. Geride kalanların yaşayacağı travma, mutsuzluk, korku ve endişe. Şehirlerin başta Mersin'in Bölgesel göç ile yaşayacağı altyapının hazırlıksız oluşunun getireceği sorunlar. Yani demem o ki bugüne kadar bildiğimiz bütün öğretiler sonlanacak, bildiğimiz ezberler bozulacak, hayallerimiz bile değişkenlik gösterecek belki de düşlerimiz artık kısıtlanacak. Buna 10 ilin 13,5 milyon insanın Mersin'in Antalya'nın, Bursa, İzmir'in dahil edildiğini demografik yapısının değiştiğini düşünelim.
Ve yaygın medyanın merkezi olan İstanbul'da 7 yıl içinde olacağı depremi ekonominin kalbi taşı toprağı altın dediğimiz kentin ülkemizi doğrudan etkileyişini de katalım, gerçekten bütün ezberleri bozan ilahi bir etkileşim karşı karşıyayız onun için diyorum ki pek çok ezberi unutmamız gerekecek.
Somut gerçek, vaka bu. Nihayetinde bizleri yönetenlerin planlama, inşaatlarda deniz kumu kullanmama deprem dayanıklılığını kontrol ve deprem değil, binalar öldürür gerçeği ile hareket etmeleri elzemdir; bu manada, geri kalan ömrümüzde hayatımızda! bu ülkede yaşamak, bir mucize demeden, yaşanan bu şekilde bir ölüm korkusu olmadan, daha çok küçük mutlulukları yaşamamız, mesut ve bahtiyar olmamız için, radikal kararlar almaları ile geleceğimiz daha anlamlı, kaygısız, korkusuz ve bireysel, toplumsal manada daha güçlü olma ihtimalimiz artacaktır. Bunu yapacak olanlar bizleri yönetenlerdir.